Yoksul bir bedevinin, bir testilik suyla Bağdat sarayına uzanan hikâyesi... Kanaatin, sabrın ve gönül zenginliğinin anlamını keşfedin.
Çölde bir çadır... Yoksul bir bedevi ve eşinin hayat mücadelesi... Ne testileri vardı ne katıkları. Ama yürekleri, susuzluğun ortasında sabrı ve sevgiyi anlatan koca bir testiydi. Bu hikâye, yalnızca bir yoksulluğu değil, aynı zamanda kanaatin, sadeliğin ve gönül zenginliğinin ne olduğunu da anlatıyor.
Yoksulluğa Karşı Kanaat ve Sevgi
Kadın yorgun, şikâyetçi:
“Yoksulluk hep bize mi düşer? Ne giyecek var ne içecek... Güneş olmasa çıplak kalacağız.”
Adam ise sabırlı, kanaatkâr:
“Sen eskiden daha sabırlıydın. Ne oldu sana? Altının peşinde koşacağına, sen zaten altın gibiydin...”
Kadın ise, kocasının bu sözlerinden hoşnut değil. Ama içinde taşıdığı sevgi ve sadakatle geri adım atıyor. Aslında şikâyetleri hep onun içindi.
Bu diyaloglar, sevgiyle kurulan bir evin, yoksulluğa rağmen nasıl ayakta durduğunu gösteriyor.
Bir Damla Suyla Saraya Giden Yol
Kadının aklına bir fikir gelir:
“Testideki bu tertemiz yağmur suyunu al ve padişaha götür. Bu çölün ortasında en değerli hediye sudur.”
Bağdat’ta Dicle'nin aktığını bilmez kadın.
Ama adam, bu fikri sever. Sabah olur olmaz testisini alır, yolculuğa başlar. Saraya vardığında, halis niyetle hediyesini sunar.
Padişah ise o ince gönüllülüğü, saf armağanı küçümsemez. Aksine, testiyi altınla doldurup gemiyle göndertir onu.
Gerçek Zenginlik Nedir?
Bedevi, ırmağın tam ortasında dönerken tek bir şey düşünür:
"Bir damla suya değer veren bir kalp, altınlardan daha kıymetlidir."
Bu hikâye bize şunu öğretir:
-
Kanaat, yokluktan doğar ama kalpte büyük zenginliktir.
-
Sevgiyle verilen az, samimiyetle kabul edildiğinde çok olur.
-
Gönülden gelen hediyeler, gönül saraylarını fetheder.



